“Mimari Tahakkümlere[1] Hükmetme Girişimi”
Bireyin toplumsal eylemlerini belirleyen çeşitli yatkınlık sistemlerinden söz edilebilir (Bourdieu, 1980). Bunlar aile, okul, kültür, kurumlar, sosyal çevre gibi bütününün insan eylemleri üzerinde oldukça belirleyici etkilere sahip etmenlerdirler ve bizlere toplumla bir araya gelmenin kurallarını öğretirler. Bu kurallar içselleştirdiğimiz “hazır eylem ve algı şemaları” olarak toplumsal eylemlerin kaynağını oluştururlar. Bourdieu bunu “bireydeki toplum/bireyin bedenindeki toplum” olarak nitelendiriyor. Gündelik hayattan siyaset alanına, kültürel beğenilerden konuşma tarzına kadar her alanda insanın toplumsal eylemlerinin kaynağı, bireyin bedenindeki toplum tarafından yönetilmektedir. Bu sayede bireyin öznelliğiyle toplumsal dünyanın nesnelliği bireyin bedeninde buluşur ve toplumsal yapılar bireyin gözünde anlamlı hale gelir; toplum bireye tanıdık olur. Diğer bir deyişle toplum ve birey kategorileri birbirinden ayrı, hatta karşıt olmaktan çıkar; iç içe geçer.
Toplumsal dünya, “hazır eylem ve algı şemaları” sayesinde kendi gerekliliklerini durmaksızın dayatan bir dünya olduğu için, bireyler hiçbir zaman, eylem, düşünce ve sözlerini bir seyirci gözüyle uzaktan izleyemezler (Bourdieu, 1980). Ayrıca toplumsal dünyayla ilişkilenme biçimleri toplumsal pratikler üzerinden (iş, okul, vs.) üzerinden gerçekleştiği için, bu dünyayı söylem ve bilinç düzeyinde yeniden düşünmeye imkânlarının bulunmadığı söylenebilir. Bu noktada kişilerin yaratıcılık, yenilikçilik, eleştirel bakış durumunu kavrama gibi toplumdan kendini ayırt etme noktalarında fazla şansının olmadığı söylenebilir. Çünkü toplumsal dünyada yürürlükte olan tahakküm yapılarını, ilişkilerini ve eşitsizliği yeniden üreten mekanizmaları ifşa etmeyi veya buna yönelik araçlar geliştirmeyi bilmemektedir.
DOXA:
Doxa; toplum ve birey arasındaki ilişkileri ya da toplumsal tahakküm düzenini, bireylerin pratik duyuları ve bedenleri için normalleştiren, meşrulaştıran ve doğalmış gibi gösteren her şey; kurallar, yasalar, gelenekler, değerlerdir. Doxalar toplumun birey üzerindeki varlığına ve bireylerin toplumsal sisteminle kurdukları ilişkiye bir düzen ve işlerlik kazandırırlar. Böylece her alanın kurallarının doğal ve meşru görülmesini sağlarlar.
Fakat toplumsal dünyanın ilerleyişini, doxa altında algılamaya mahkûm olan birey yerine, kendi toplumsallığını istemli bir şekilde, bütün toplumsal geçmişini sorgulayıp tazeleyebilen ve gündelik hayatın en hızlı akan anlarında bile kendini toplumsalın akışından uzaklaştıracak öznellikler kurabilen bir insanın tasavvuru geliştirilebilir mi? Bu da ancak zihnimizde yer etmiş yanlış kanaatlerden ayrılma dürtüsünü elde edip “bir yıkıma giriştiğimiz zaman” gerçekleşmeyecek midir?
YIKIM:
Yıkım “yeniden kuruluşa hazırlık” ya da “yeniden kuracak değerler üretilmesi” çabasıdır. Bu çerçevede de “yok etmek” değildir. Yaratıcı, dönüştürücü, değişimi başlatacak müdahalenin üretilmesi; toplumsal düzenden/genel gidişattan, mimarlığın genel kabul görmüş değerlerinden kopmaya yönelik çabaları aranması sürecidir.
Yıkım, mimarın kentle ve toplumla kendisi arasında kurduğu ilişkiyi nesneleştirerek, kentin ve toplumun yürüttüğü tahakkümlerin mimarlık eylemine olan muhtemel etkisini sorgulama ve kontrol etme çabasını; doxaların yok edilmesine ait girişimleri ifade eder. Bu, toplumsal dünyanın dayattığı ön kabullerden, ideolojilerden ve basmakalıp genel geçer kanaatlerden arınma girişimidir.
PROGRAM-BEKLENTİ-SÜREÇ-ARAÇLAR:
Gerekirse her şeyin plan ile başladığına dair yaygın
görüşü çürütmek için çalışırız. Plansız olan biçimler vardır
dinamik düzenler ve düzensizlikler.”
-Gordon Matta-Clark
Yıkma fikri sayesinde toplumsal dünyanın ve kentin çıplak ve yalın halleriyle yüz yüze gelinebilmesi ya da bunun yollarının aranması beklenmektedir. Bunlara ek olarak, mimari doxaların arkasına gizlenmiş kenti olumsuz biçimde işleyen tahakküm mekanizmalarının saptanması, sorgulanması ve tartışılması beklenmektedir.
Tasarımcıların kent ve toplum hakkında tartışmaya kaynaklık edecek araçlar geliştirmeleri ve böylece üretilecek bilgi sayesinde, güç mücadelesine, ranta, genel işleyişe hizmet etmeyen; bunun yerine kentin gündelik yaşantısına katkı yapacak bilgiyi/ öngörüyü/müdahaleyi oluşturmaları, kent ve toplum üzerinde süregelen tahakküme hükmetme girişimleri sayesinde, kentte yürürlükte olan işleyişi ifşa ederek, bu işleyişin kader olmadığını ve değiştirilebileceğini söylemeleri de beklenmektedir.
MEKÂNSAL PROBLEMİN TANIMI:
Yıkıma yönelik olarak: Mimarinin biçimlenmiş mabedini sorgulamaya, kaydırmaya, istikrarsızlaştırmaya, bozmaya veya yıkmaya yönelik her şey.
Sahne 1:
Derrida Bernard Tschumi’nin Paris’te ki La Villet Parkı tasarımında kullandığı Folieler (Point de Folie) anlatırken Tschumi’nin üretimini mimari olayın ilanının ötesinde, mekânın yazımını ve de olay için yeri oluşturan bir durum olarak nitelendirir. Ona göre Folieler yeni bir düzen önermenin dışında kaos yaratırlar. Tschumi’nin birincil kaygısının işlevsel, ekonomik, estetik ya da faydacı kurallara göre organize edilmiş bir mekân değildir. Bu ölçüler göz ardı edilmeyecektir; onlar, metinde ve mekânda, kendilerine yer bulacak ve yeniden yazılacaklardır. Derrida için folielerde anlama erişme göstergesi olarak bir mimari biçim tanımlaması olmamaktadır. Çünkü burada, bir mimarlık problemine cevap olarak, sonuçta öngörülen tanımlı bir anlama ulaşma çabası yoktur. Burada soru, anlamın ne olacağının ötesinde anlama ne olacağıdır. Folieler anlık, iç patlama noktalarıyla mimarlığa anlamı veren her şeyi genel olarak bir kaymaya uğratırlar. Onlar, anlamı, anlamın anlamını, kuvvetli mimari ögelerin gösterge topluluğunu istikrarsızlaştırırlar. Mimarinin biçimlenmiş mabedini sorgulamaya, kaydırmaya, istikrarsızlaştırmaya, bozmaya veya yıkmaya maruz bırakırlar. Bir anlamda mimarinin bu çok anlam yüklü anlamı ile çarpışma halindedirler (Derrida, 1998).
Sahne 2:
1943 doğumlu Gordon Matta-Clark, Cornell Üniversitesi’nde 1962-1968 yılları arasında mimarlık okumuştur. Otuzbeş yaşında son bulan ömrünü New York’lu bir sanatçı olarak sürdüren Matta-Clark’ın çalışmaları daha çok 2000’li yılların başında ilgi görmeye başlamıştır. En bilinen çalışmaları, boş, kullanılmayan binalarda yaptığı kesim işleridir. Matta-Clark’ın çalışmalarına yön veren temel prensipler, mimarlık alanında, çoğunluk tarafından kabul görmüş, genel geçer kabullere bir eleştiri niteliği taşır. Söz gelimi Matta-Clark, M.Ö. 40’lı yıllarda, Vitrivius tarafından tanımlanmış üç temel ilkeye meydan okumuştur: Mukavemet (firmitas), işe yararlık (utilitas) ve güzellik (venustas). Binalardan kesitler çıkararak barınak olma özelliklerini ortadan kaldırmış (utilitas’ın yıkımı), yapısal bütünlüklerini tehdit altına almış (firmitas’ın yıkımı) ve tasarlanmış güzelliklerine zarar vererek (venustas’ın yıkımı) binaların özgün bütünlüklerini zedelemiştir. Buradan hareketle, Gordon Matta-Clark’ın bu kavramı, bir karşıt mimarlık ya da yıkım mimarlığı olarak düşünülebilir. Dolayısıyla bu tutum, hayatlarımıza hükmeden mimarlık yapısında, kesimler, parçalamalar, eklentiler biçiminde ihlâller yaparak mimarlığın kendisi ve kuralları üzerinde tekrar düşünmek için davet niteliği taşıyan bir meydan okuma olarak görülebilir (Janju, 2008).
Sahne 3:
Günümüzde hakim sınıf, hegomanyasını bilgi dahil her araçla korumaktadır. Bilgi (savoir) ile iktidar arasındaki bağın belirginleşmesi, eleştirel ve yıkıcı bilgiyi (connaissance) asla engellemez: tersine, iktidarın hizmetindeki bilgi (savoir) ile iktidarı tanımayan bilme (connaitre) arasındaki çatışmalı farklılığı tanımlar(Lefebre, 2014).
Tasarım problemini tanımlayacak Araçlar: Uzun kent yürüyüşleri, fotoğraflar, film yapımı, yazılacak metinler, tartışmalar
[1] Bourdieu ‘nin“habitus”, Lefebvre “hegomanya”, Nietzsche ise “güç istenci” kavramları aynı anlam zemininde tahakküm kavramının anlam çerçevesini doldurur. Her üçünde de bu kavram baskı yapmak, hükmetmek ya da hükmedecek sisteme/kudrete erişmek anlamında kullanılmıştır.